5 Eylül 2021 Pazar

Vertigolu Virgül

Yanaklarımda iki elma kızarıyor. Korktuğum zaman, düştüğüm zaman yahut parazit gibi zihnime üşüştüğün zaman. Bunu daha önce söylemişsem uyanamam.

Bunu daha önce duymuşsan, yine duy o zaman. Yine sev yıkılışımı, göğsüm her zamankinden daha duvar. Bundandır başını sokup ağlayışın zaman zaman. Bundandır alnımda yarılışı taşların. Yahut elime zincirli ataşların. Defterlerin kalbindeyim. Kilo kaybediyorum avuçlarımdan. Ellerim ellerinde yok olacak. Kadavradım, anladım. Lokma takımını açıyorum. Güneşin bağrına anahtarlar saçıyorum. Bunu daha önce duymuşsan, yine duy o zaman: 

Kilo kaybediyorum ağzımdan. Bazı tümceleri zayıfladım. Bazı harflerimi kaybediyorum. Senin adının anlayabildiğim bütün harfleri. Anlayamadıklarımı, ki bu on yedi etmeli. Bunu daha önce duyduysan, yine duy o zaman. Varacağımız yeri alnımızda bulduğumuz zaman. Anlatamadığımız onca kan varken üzerimde. Ellerimi gırtlağına koymam bundan. Ağlaman için kendime, yahut beni anlaman. Yahut düşümü anlaman. İmkansız diyemiyorsam öyle yüzüne, gerçekten imkansız olduğundan. Bana soracaksın. 

"Nedir bu göğsünden taşan kan?" Bunu daha önce duyduysan, yine duy. İnandıysan yine gel o zaman. Anlattığımı sandığım şeyleri turluyor dilleriniz, oysa dilimi koparıp da konuş deseniz konuşamam. Bunu daha önce anlattıysam, uyanamam. Bunu daha önce atlattıysam, inanamazlar. Bir kaldırıma oturduğumu düşünemez. Ben edebiyatın yolu değilim ve bu çok küstah. Ben edebiyata mecburum ki bu timsah gözyaşlarını anlatamaz. Yalandan. Öğrenilmiş usturamdan. Dökülmüş göğsüme şiirden akan kan. Revan. Bunu daha önce duymuşsan, yine duy o zaman. 

Sapanıma geriyorum ve aruzdan bir taşı camına vuruyorum. Taş kalbine duruyor. Daha önce vurulmamışsın orandan, ilk ben vuruyorum. Gece yarılarından sonra yorgun argın evine geliyorsun,

"o taş gibi kalbine duruyorum"

virgüllerden muamma,

Duruyorum. 

Burada daha önce durduysam, beni duy o zaman. Romantizm gözlerimi göğe dikiyor zaman zaman. 

Vertigom beni itiyor. Kaldırım kenarlarına düşüyorum. Göğsümde kaldırımdan yaralar açıyor bahar geldiğinde. Ağaçlar gazap içiyor zaman zaman. Bunu hiçbir öyküde yazmadılar. Adımı hiçbir kağıda yazmadığımdan bunları kim yazıyor diyerek dönüp duracak devran. Beni vertigomdan tutacaktın, göğsümdeki kanı ellerinle yutacak. Bunu daha önce duydun. Sana bizzat söylediğim zaman. Şimdi hiçbir şey söylemiyorum bizzat. Sen yine de duy o zaman. 

Çünkü bunu daha önce söylemişsem uyanamam.

21 Temmuz 2021 Çarşamba

Bir Başka Şiire Şiirler

Yolunu bulmuşum engebesiz ki bayırlar. Yırtılan dere yataklarını görmelisin. Dilimin boğumlarını yeşertmeyi, dilinin doğumlarını adımlayarak. Pompalanan kanı görmelisin. Görmelisin şu duvarlardan ellerimin nasıl akacağını. Görmelisin bu sokaklarda kaç ceset torbası var. Kabul edilmeyişimizi tam kavranacak yerlerinden tutarak, mesela belimizden yorulacağız.

Bir küskünlük var, bir senfoni kuracak sırtımdaki silah. Bir şahini tepemizi turlarken görmelisin. Şimdi yüzüme bakmasan da olur. Her sabah seni görmek için uyandığımdaki yüzümü görmelisin. Bana kaş çatarak içindeki güvercini vurmayı bırak. Tan turnusolü aşıp gelecek, kurtuluş haberlerini görmelisin. Sesimi sana versem bilmezsin, kollarımın seni hiç tutmamış yerlerini görsen tanımazsın. Uyurken nasılım, elime bir silah aldığımda nasıl güdümlenirim görmelisin. Nasıl ninnilerini dinlediğimi karşıdaki kilisenin.

Herkesin olduğu şarkılara öykünmenin bir zararı var. Sen herkesinsin. Benim değil. Benim öldürdüğüm geceleri nasıl elyafla doldurduğumu görmelisin. Tüketmelisin dere yataklarını. Akşam olup uzanınca sırılsıklam, bir susamışlığı geceden içmeyi görmelisin. Sen suları bağır. Topraklardan yüzümü sağ. Ayın on dördündeki kılıçlığıyla tepemdeki ay, yanıma yanaşan çıyanların, üçler, yediler kırklar halinde kollarımda seyrini görmelisin.

Görmelisin sen yüzümü görmüyorken yüzümde hangi günler var. Beni zamanı avucuma alıp içtiğim ellerimle görmelisin. Bir karıncadan tay sırtında, ovalarda, göklerde ve sularda peyda olan tüm masalları görmelisin.

Bir küskünlük var. Biraz çehremi borçluyum sana. Belki de bu yüzden hep alnımda bir kabza. Hep beni alemlere çekmek isteyen rengarenk bir tayfa kafa tutuyorum. Göğün ışığı ağzımda, senin karanlığına sığınmışlığımı görmelisin. Hem de içinde sen olmadan. Koruduğum karakolun sesi, bu frekansların seni günden güne tüketmesi aklından. Ellerimin içinde porsuk boğması kervanlar. Tâ kadre kadar gece, en uzun süren yaralarımı senden çıkan bir hece deşmiştir, yaralarımı görmelisin. Görmelisin bir sözünde ne şiirler var, görmelisin bir cümlen müsveddelerimi nasıl kıskandıracak.

Biraz küskünlük var, gördüğün kapılara asmışsın yüzünü. Bir şey olsa ve sonsuza kadar kapılarımda kalsan. Sevgili silah arkadaşım, görmelisin silahında ne latif bir türkü var. Görmelisin nasıl soğuyor bulutlar. Bu oda kaçıncı infilakında patlar görmelisin. Susamışsın suyu benden iç, yorulmuşsun gücümü tut. Tan vaktiyle, gece tam buramda kapanacak. Bana yazacağın tek bir cümle bile, cinayet silahım sayılacak. Görmelisin dağlarda yetişen yabani baharlar var, görmelisin gözlerim bir minvalde nasıl akar. Çünkü kapandı radyo, çünkü teller ağları adımlıyor. Elektrik bu mikrofonla dilimde, görmelisin bir titreşimde kaç ölüm var,

Bir demir sandalyede ya da bir öpüşte.

16 Mayıs 2021 Pazar

Katyuşa

Üç adım tökezledim. Düşünce göğe doğru düşüyorum. Gök ne uzun iyice bilerek! Ulaşamıyoruz, üşüyorum.

Yüzü yüzümün çolpanı olmalı. Sesi aklımdan siliniyor giderek. Omzunda tüfeği bir çelenk gibi asılı. Göğsünde milyonlarca yıldızı evrenin. Yüzü yüzümün çolpanı olmalı. Dili süt yanığı bebek. Bu dağları devirdik, bu yolları yıkıyoruz giderek. Üçüncü kez öldürülmüşüz bugün. Kafamızda sekiz tank, umudumuz tükenmiş gibi kalbimizde. Yani içimiz tam bir memleket. Beni sevmiyor diyerek on üç adımda kenti geziyorum. Beni sevmiyor diyorum, beni sevmeyişini severek. Yüzü yüzümün çolpanı olmalı.

Kaskatı bulutlarla başımın taşları yarılıyor. Bozkırları sevmiyorum, bitki örtülerini üzerime çekerek, yüz yıllık yorgunluğuma sarınıyorum. Hezarfen omzuma yük oluyor. Bu kez ölemem diyorum bundan önceki kırk öyküyü bilerek. Kırk öyküye ikindi yağmurları serpiştiriyor benim kalbim. Eziliyorum ıslanırken. Şekerden kalpleri erirken görüyorum. Görüyorum, ölüyorlar giderek. Şimdi bu ahvale de memleket demeyi istiyor dilim. Belki diyebilirim, güvercinimden af dileyerek. Suratımda boncuklar sayıyor abaküslerden ırak. Yüzü yüzümün çolpanı olmalı. Nebulaları bir baltayla kırarak, fiilimsiler çıkarıyorum içlerinden. Ben yalan ummam. Ben kinayeden durulmuşum, dağın göğsüne yorulmuşum. Onun göğsünde sakınamadığım kırağılar ve katyuşalardan. Korku ve kibirden başka ne'm var. Eksi beşte yanıyorum, onu çok arıyorum, onu çok arıyorum. Küllerim burada kalmalı. Sebepsiz bir sebep. Yüzü yüzümün çolpanı olmalı. Alzheimer'ım var diyebilirim, böylece cümle tekrarlarım size daha sempatik gelecek.

Onu çok arıyorum.

Onu en çok aradığım yerinden tutarak ayağa kalkıyorum. Çehresini göremiyorum, elimle üzerindeki yıldızları bir kenara iterek, göz göze geliyorum onunla. Emin olamıyorsam da biliyorum; bu herhangi bir antik dilde "evrenin sonuna hoş geldin" demek.

Hoş buluyorum, yüzü yüzümün çolpanı oluyor, ölüyor giderek. Zamanın yirmi dört kolu radyoda. Benim kollarım vücudumda, onun kolları katyuşayı sarıyor. Benim kollarım parçalanacak bırakırsam. Bir fırsat bulup katyuşayı öpüyorum. Katyuşa, sıcacık elini alnımdan içeri sokuyor. Zamanı parça parça iterek aklıma, ilerliyor. Hedefi arkamdaki duvar. Ve boylu boyunca filizleniyor alyuvarlarımın çiçekleri. Biraz bera-yi men oluyor duvar. Yalan ummam, yüzünde ölüyor çolpan.

Köktürkçeyi unutmam da bundan. Onu çok arıyorsam da üstüme vazife olmuyor bulmak. Onu çok arıyorsam çolpan, dağlar ve zamanda olan ne varsa onda da var olduğundan.

Bitmiyor kavgam.
Bitmiyor kavgam.
Bitmiyor kavgam.

On İki Havari ve Reklam Arası

Geçen gece yanılmıştım, anımsadım. Güneşi doğurmuştu camın asitli suyu.
Fakat yine ümit dolu olamadım.

Geçen gece yine ısınmıştım. Ümitli biri olup ardımda bıraktığım tüm gaddarlara bir tebessüm izi mavisi. Yüzüm gülüyor. Çünkü ben güzel gülüyormuşum. Bunu bana bir cenazede söylemişlerdi. Üzerime bir buçuk kürek umudu döküşlerinden anımsadım. Geçen gece yine on iki yalana inanmayı seçtim. On iki havarim için ikna oldum ispiyonculuğa. Biri var dedim kendim için. İçi neşeyle dolu. Dünyevi dedim her şey. Her şeyin yalancılığından da geçtim, yemin edebilirim. Kandırılmaya büktüm bu boynu. Ki bileklerim ince, boynum da biraz kuğu boynu. Hani bu kuğu seni gördüğünde içiyorsa umudu. Ben kabullendim dedim içince. Çünkü böyle oluyormuş sevince.


Ümit dolu oluş yolundan sapınca paragrafı aşağı indim. Biz kazanacağız demiştim bir akşamın körü. Ağlıyordum çünkü güzel ağlıyorum ben. Bunu bir tavşanın koynu yüzüme değince duydum.
Kızdılar el sallayıp alnıma. Neden böyle mutsuz. İllallahı oldum. Yaka silkişi tayfunların.
Efendime söyleyeyim, kıskaçları var. Zehirleri var, yemin edebilirim. Ki depresanı beş yıl önce kestim. Yani her şey biraz daha gerçek benim için. Bunu mahsunluğa güvendiğimden söylemedim. İçi boş bir karamsarlık hava cıva. Ama yanılmayın, kaburgam ümidi doğurur. Bunu beş buçuk yaşında bir çocuktan öğrendim. Ahmet Abi'ye dönüp biz kazanacağız dedim. Sağlam ağlıyormuşum, bunu o günün ardından öğrendim.

125 gram kuşe kağıt elmacık kemiği kesti. Kokluyorken boş bulunup açıklamama izin ver, burada kağıt kokusu romantizmi yapmıyorum. Baskı yapılmış kuşe solventi, inan, kanserden hallice solunur.
125 gram, diyorum. Yüzümü kesti. Parmaklarımda on iki havari gibi yara bantları sarılı. On iki yalana inanışımın parmaklarımla bir bağı olmalı; anımsadım. Elimi tuttuğunda dinliyorken tüm o yalanı. Yalan olduğunu bile bile inanıyorum diyorum. İşte umut denen şey, güneşli gibi yapıyor akşamı. Ben çok güzel inanırım yalancıktan yapılmışa. Bunu kendi kendime anladım. Ahmet Abi bilgisayarını toplarken ona biz kazanacağız diyorum. Solventi çekip genzime, umudu kokluyorum. Gözüm kağıdı ıslatıyor, kağıt yüzümü parçalıyor. Göğsümde neşe ve aydınlık. Gecenin köründe bile.


On iki kişi olduğum gibi. Yine yanılmışım geçen gece. Depresanı bıraktım. Ki böylece yazı yazmak beni o karanlık kucaklardan daha çok sakınsın. Arıtsın istedim. Neden depresifsin diye sordu on iki havari birden. Efendime söyleyeyim, korkuyorum. Korkuyorum on iki milyon ihtimalin her birinden. İstiyorum ki sığındığım liman olsun kalemim. Gemim, mürettabatım, ümidim. Haydi sevgilim tam yol ileri! Bekle beni.
Uzun yoldan dönüşünü kutlayalım çünkü *farda to miayi!


Radyoda umudun türküsünü dindirip, ben kendimi kurtaracağım diyorum.
Çünkü ben güzel de şarkı söylerim. Bunu da bizzat deneyimledim. Bilini.
Yüzümdeki kesiği, koynumdaki yalan.
Kesip zımparalı on iki havarinin dilini.
Duyun sesimi.
Biz kazanacağız Ahmet Abi!


(*فردا تو می آیی
Yarın sen geliyorsun.)

5 Ocak 2021 Salı

İkinci Ferman

Sözüm ona yırtılır perdelerim. Zamanın hangi kuşağı beni sarmaya layıksa gelsin. Yalandan konuşmaları cebimde tutmuyorum bu yüzden sanmıyorum ki yüzümde sevinçler gölgelensin. Sanmıyorum ki sarsın beni bilişleri. Sözüm ona gelecek nesilleri büyütecekmişiz, sözüm ona; söyleyin iki elini kandan yuyup da gelsin. Kelepçelerimle salıncaklar kuruyorum. Kimsenin geçmeyi akıl edemediği bir sokağına dar göğün. Aklımın her köşesi böyle dolambaçlı bir kördüğüm. İnan ben de yoruluyorum. Döküp duruyorsam eteklerimdeki öyküyü. Böyle dedim ya, sanmayın ki kendime veriyorum övgüyü. Bu göğün misafiri benim ancak. Belki yatıya bile kalamayacak. Sözüm ona ağzının mihmandarlığı vardı göğü bölüp.

Sözüm ona yüzüme gülecekti. Şimdi bu yangınını retinamın okyanuslar etmişim. Şimdi bu gördüğüm güllerin tümünü yüzüne benzetmişim.
Dikenlerini çiğniyorum bu sözlerin. Sesim gaip değil, göğsüne eğilse bilinirim. En azından bizim için. Kan tomurcuklarını siliyorum elimle, sözüm ona bana faniliğini verecekti. Israrla sütler gibi kaynıyor, kulak memesinden inciler dökülüyor. Sözüm ona bu kabul görmemişliğimi saracaktı kollarına.
Sözüm ona, söyleyin de gelsin.
Kolumdan, boynumdan, belimden ya da koynumdan geçen bu kalın kabloları sökmeye gücü olan varsa gelsin. İçimde tiktaklayan zımbırtıyı durdurmaya gücü olan yok mu, hiç değilse bir kuşa uzanırım ki beslensin.


Sözüm ona uçmayı öğrenecektim. Sözüm ona suyun içinde koşmayı. Sözüm ona inat etmemeyi bağrıma basacaktım. Onun bağrında dindirecektim ağzımın kanamasını. Şimdi bu dizeyi retinamın okyanusu yapıyorumsa, söyle Allah'ım sözüm sana. Sen ki yüzümü eğsem elini koyup alnıma, beni yatıştırırsın. Şimdi ölmek bir çiçek olup açıyorken omuzumda,

İşte ne bileyim.
Sözüm ona, söyleyin gelsin.

Ne çok kanın var demiş, sözü bana. Yeniden silmişim tomurcuklarını kanımın. Şimdi hiçbir şey istemiyorum okyanusun rengi kırmızıya
Döndüyse değmeyin keyfime. Dokunmayın bana. Tam unutmuşum hasretini yabani kuşların ağzından aldığım öpücüğümle ki,
Söylediler sözü bana. Ben gitmeyi unutmuşum gelmeyi sarıp karnıma. Yoruldum üç yüzyıldır koşuyorum ardına. Hangi birini söylesem şaşıyorum. Üç milyon cümleyi üst üste koyup ısırıyorum.
Güya hasatların ekimine yardım edecektim mayıs aylarında. Sözüm ona üzerimdeki telaşı silkeleyip yürüyecektim. Akşam olunca, hani şu meşhur atıma binip çok yakınlara gidecektim. Uzaklarda işim yok, biliyorum senin aklın da orada. Eşkıya olup yolumu kesecektin. İnip bir tüfeği alnına doğrulttuğum anda,
Aynı anda
Fakat farklı ayrıntılarla
Çiçeklenecektik. Bakacaktın kablolar hala koynumda. Bakacaktın ki kan tomurcukları serili dudaklarımda. Bakacaktın retinam buzlu bir okyanus hala.
Yol verecektin. Geç git ey yolcu diyerek,
Gidecektim belki elimdeki tüfeği yeniden giyerek.
Sözüm ona yazılacaktı alnımıza, ki ben seni ağzımla vurmadan ölmeyeceğim.
Bu yüzden affetmiyorum ki kan tomurcuklarım bilensin.
Çiçekler derdim yüzüne,
Sözüm ona, söyleyin de gelsin.

A RH Negatif

Işığı görüyorum ağzından. Sohbet koyu kırmızı.
İki ünite kadar açmışlar aramızı.
Ben sana a rh negatifimle sarılmayı tasavvur ediyorum.
Bazı koridorlar bana sinirleniyor. Bazı binalarda adımı bir kağıda yazıyorlar.
Beş harfli, farsi kökenli.
Anons sesleri volta atıyor, çekiç, örs, üzengi.
Hemoglobinlerin aşüfteliği* karıştırıyor midemi.
Trombositlerin avareliğinden içim çıkıyor. O faydalı serumları ben ağzımla içiyorum. Bak böyle dudaklarımdan. İçip içip aydınlığın kapısına dayanıyorum. Aydınlık senin ağzında. Gitme diyor açılıp kapanırken bana. Bunlar ne güzel yanılmalar!


Üç yüz on beş dakika sonra işte zurnanın ex dediği yerdeyiz. A rh negatif ellerimle seni sarıyorum. Bir mendil bulup alnıma deriyorsun. Çiçekli bir çarşafı üzerime geriyorsun. Ağzındaki aydınlık lamba gibi patlıyor. Yanımdaki kutuda mors alfabesiyle en sevdiğim türküyü çalıyorlar.
Bana başka kan grupları da vardı diyorsun.
Buramdan ölmeyi istemezdim.
Derlemelerime yüzünde yer verdim, boynun can vermişliğimin mesnevisi oluyor. Mesnevideki s harfini sevmiyorum.
A rh negatif harflerle bir şiire başlıyorum. Yutkundum odaya doğru diyorum,
Ne biçim geceyse, sabahı değil dünü doğurur. Korkmasan ne olur hacıcavcav!
Peşimi diyorum, bırakmazlar.


Mi amore, dudaklarımın morardığından bahset biraz.
Tırnaklarımla kök saldığım bacaklarımda nar çiçeğinden karıncalar. Damla damla ilerliyorlar a rh negatifimde.
Alnımdakini tazele hancı diyorum.
Bezi alıp vücut ısımı soğuk suyla yeniliyorsun. Buz gibi su bahşediliyor bana, ölürken mi böyle hissetmiş Adem, yaratılırken olabilir diyorsun. Yoo sen demiyorsun. Radyo açık. Üzerinde hamileler giremez yazıyor. Dilime bakıyorum henüz çok kanserojen değilim. Korkma şimdi tutunsam da yüzyıllarca yaşayacak değilim. Hepimiz ölüşü yaşıyoruz, anıların anılarında.
Hepimiz diyorum, biz derken neyi kastettiğimi anla.
Bir ofset baskı dükkanından tıkırtılar doluyor yüzüne. Bazen Gutenberg'sin, bazen Müteferrika.
Bazen ben ol, kendini neden bıraktığımı anla. Bana kızma diye methiyeler. Düşüp kalmasın cmyk yokuşunda. Bir savaşa yardım eder gibi taş plaketler. Hepsi kanser diyorum. Onları soluyorum birer birer. Matbaa mürekkeplerini içiyorum. Aydınlığı senin ağzında görüyorum. Solvent bazlı tükenmişlikler burnuma doluyor. Mors alfabesinde "git" manasına gelen kan damlalarını yüzümden alıyorum.
Hileyle hurdayla uğraşmağa vaktim kalmadan gidiyorum. A rh negatifimden öpüp et vedanı. Karakol Radyosu'nda üç yüz onbeş kez de çal salâmı. Üç yüz on beş farsi kökenli adımın nümerelojik mihrabıdır.
Vasiyetimdir, bu sevdiğim küpeler sende kalabilir.

Elim gidiyor alnıma, uyumuşsun sen.
Sesleniyorum hancı, hele şu göğsümdeki sancıyı kaldır.
Sancı içkilidir, ay düşünce uyanır. Morstan türkü susar ağır ağır. Uyumuşsun sen. Uyu.

Bu hazırlıklar sabahadır.
Işığı görecekler ağzımdan. Neremden gömecekler beni, bil bakalım?

-A rh negatifinden.


(* far.: Aşüfte kelimesi
Aşoften (اشفتن); karıştırmak fiilinden
Aşüfte (اشفته); karışık, karışmış)

Gecenin Evi

Ben bilmiyorum bu cümlelerin yanlışlığını. Yalnız devrikliğini biliyorum. Yalnız devrilen evleri, yalnız yürüyen sokak lambalarını, yalnız ağlayan kaldırımları biliyorum. İçinden geçtiğim sokakların yalnızlığını bana verin.
Müptela-yı Gam’a* sorun gecelerin ne kadar aydınlık kaldığını. Hiç bilmediğim otobüs seferleri. Hiç gitmediğim yerleri bana sormayın. Bacalardan tüten karbonmonoksiti saçlarında gezdirip, tutam tutam dökülen tuğla harçlarını içiyorum. Kendimi olmamalı oluşuma gömüyorum.
Şimdilerde betonarmeyim. Biri de şu internetin fişini çeksin. Yüzlerinizi görmeyi özlüyorum. Rüzgarı seçmeyi avuç avuç.
Yalnızlığımla yalnızız. Her akşamüzeri gecenin evindeyiz biz, gece evinde değil. Camları sıkıca kapatıp içimize dönüyoruz.
Üzgün müyüm?
Başımı sallıyorum; evet biraz. Biraz daha adım atıyorum, bana sormayın bu yürüdüğüm kaçıncı sokak. 45 Numara. Üçüncü kediyi sallıyorum, ellerimi cebimde tutarak. Kağıt toplayıcısına uzatıp elimdeki asma yapraklarını. Bilmiyorum bu büyüdüğüm kaçıncı Babil.

Bana sormayın ne kadar iyileştirici olduğunu sevmenin. Haddim olmayarak güldüm alay eder gibi. Bilmiyorum bu evimin karşısında dikilen kaçıncı inşaat. Bugün kalasları sökecekler içimdeki aydınlığa çekiçlerini vurarak. Susmayacaklar.
Biri de şu sokağın kablolarını yesin.
Ben de susmam o zaman. Bilmem yine de uzanmam bana sunulmuş nimetlere, uzana-mam.
Bilmiyorum nerede düşürdüm kafiyesini ellerimin. Çünkü sayamıyorum kaçıncı konteynır, kaçıncı plastik tabela, şimdi bir araba camından baksam yüzüme çizdiğim yıldıza; biliyorum o da kayacak. Beni umutsuz ilan etmeyin. Bir gram gülümseyiş görsem yemyeşil uzanırım kentin sahralarına. Edebiyat klişelerini ezerim, şair dediğin hep bahsetmemeli ayrılıktan.
Bana sormayın neden üzüntülere gark olduğunu şairliğin. Ve neden boyun büküklüğümü derk olduğunuzu kalbimin.
Bana sormayın, ben mutlu olunca da şiir yazabilirim. (Yazamaz bahse girerim!)
Bir evin bacasına bakıp şöyle derim: En azından denerim. Baca bana uzun uzun bakar ve hiçbir şey demezse, bana sormayın neden isle kaplı olduğunu ellerimin. Mimar Sinan’a sorun, o size söylesin. (Mimar Sinan’ı severim.)

Hem ben nereden bileyim en çok hangi otu sevdiğini keçilerin. Nereden bilebilirim en sevdiği kitabı herkesin. Cümleleri iyi yerlerinden devirebilmek bana iyi şair demeye yeter mi?
Şimdi kim bilir kaçıncı anjanbmanımın içindeyim. Üçüncü uykumun içindeyken bu geçeyi içeceğim. Darmaduman patlatıp ampulleri, ellerimle sıkacağım. Şimdi de üzgün değilim. Bilgin değilim, üzülmeyin.
Çıktığım son çukurun içinden gökyüzüne düşeceğim.
Kendimle barışabilsem, size küseceğim.


(*"Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir?
Müptela-yı gama sor kim geceler kaç saat."
"En uzun geceyi müneccim ve muvakkit ne bilir?
Gecelerin kaç saat olduğunu keder bağımlılarına sor.")
Fuzûlî

İstimrari

Bana bilenme feryat ederim, beni önemli bir yerlere koyma kendin içinde. Ben senin herkesliğinin içinde,
Hiç kimse değilim.
Bir kimse eğilir, eli belinde,
Anadolu Selçuklu'yla bu aralar limoniyim.
Ses ne olursun!
Aynada gördüğün dili,
Şirin bir bahçe makasıyla kes,
Ve kus yuttuğun kanın üç litresini. Göğsüme bir kuş tüyü iliştirdim.
Ahrazlığım gevezeliğimle ilintili. Çok konuşup hiçbir şey söylemiyorum, ben olmalıydım bu çağın Nasreddin'i.
İnanmıyorsan ölç demiş, aman ne komik!

Ben yakmak istiyorum tüm güzel şiirleri. Yüzüne bakamıyorum Çamlıbel'in. Güzel şairler toplaşıp bazı ülkülere inanıyorlar, mesela sevda gibi. Yakmak istiyorum inanabilmeyi. Paramparça edip kuşlara yem ederken kalbimi, atmak istiyorum birinin eline.
Mesela sevda gibi. Ölmüyorum ama emin de değilim.
Aa diyorum, bu gökkuşağının burada işi ne? Çekip sapanıma geriyorum onu, ve "taşlıyorum" birilerini durduk yere.
Bu işi Nâbî'ye bırakalım yine de.
Yakmayı isterdim Nâbî'yi de ama cebimden bir kağıt çıkarıp etrafıma tutuyorum.
Demesinler bir şiir okumuş ve ölmüşüz;
"Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz."
Ses artık ne olursun.
Ne olursun bu şiirimsiler deliliğin içinde!
Ben doksan yedi senesinin baş belası olarak doğmuşum bozkırın birinde.
Gördüm seni başınla onayladın, yakmak istiyorum seni de bu şiirlerle.
Öfke yorucudur çiçeğim. Oysa sevmek bizi dinlendirir, tutunacaksan buna tutun ülkü diye.
Bu aralar sevmekle biraz limoniyim.
Diğer aralarda da iyi değilim, nane limon iyi gelir.
Aramice bilen eleman aranıyor, yol + yemek isterim. Yol uzun, son yemeğin tarifini Da Vinci yazıversin, o çok bildiği Sfumato tekniğiyle!
Da Vinci'ye de bilendim.
Son işimden mi?
Son işimden şiir yazabilmek için istifa ettim.
Bu yayını kurtlara, kuşlara ve dağlara hediye ettim. Altyapı sağlam değil, henüz hiçbir şehre ulaşamadı sesim.
Ninova dahil değil.

Dilerseniz sohbetimize Aramice devam edelim.


*İstimrâri: Şimdiki zaman