5 Ocak 2021 Salı

İkinci Ferman

Sözüm ona yırtılır perdelerim. Zamanın hangi kuşağı beni sarmaya layıksa gelsin. Yalandan konuşmaları cebimde tutmuyorum bu yüzden sanmıyorum ki yüzümde sevinçler gölgelensin. Sanmıyorum ki sarsın beni bilişleri. Sözüm ona gelecek nesilleri büyütecekmişiz, sözüm ona; söyleyin iki elini kandan yuyup da gelsin. Kelepçelerimle salıncaklar kuruyorum. Kimsenin geçmeyi akıl edemediği bir sokağına dar göğün. Aklımın her köşesi böyle dolambaçlı bir kördüğüm. İnan ben de yoruluyorum. Döküp duruyorsam eteklerimdeki öyküyü. Böyle dedim ya, sanmayın ki kendime veriyorum övgüyü. Bu göğün misafiri benim ancak. Belki yatıya bile kalamayacak. Sözüm ona ağzının mihmandarlığı vardı göğü bölüp.

Sözüm ona yüzüme gülecekti. Şimdi bu yangınını retinamın okyanuslar etmişim. Şimdi bu gördüğüm güllerin tümünü yüzüne benzetmişim.
Dikenlerini çiğniyorum bu sözlerin. Sesim gaip değil, göğsüne eğilse bilinirim. En azından bizim için. Kan tomurcuklarını siliyorum elimle, sözüm ona bana faniliğini verecekti. Israrla sütler gibi kaynıyor, kulak memesinden inciler dökülüyor. Sözüm ona bu kabul görmemişliğimi saracaktı kollarına.
Sözüm ona, söyleyin de gelsin.
Kolumdan, boynumdan, belimden ya da koynumdan geçen bu kalın kabloları sökmeye gücü olan varsa gelsin. İçimde tiktaklayan zımbırtıyı durdurmaya gücü olan yok mu, hiç değilse bir kuşa uzanırım ki beslensin.


Sözüm ona uçmayı öğrenecektim. Sözüm ona suyun içinde koşmayı. Sözüm ona inat etmemeyi bağrıma basacaktım. Onun bağrında dindirecektim ağzımın kanamasını. Şimdi bu dizeyi retinamın okyanusu yapıyorumsa, söyle Allah'ım sözüm sana. Sen ki yüzümü eğsem elini koyup alnıma, beni yatıştırırsın. Şimdi ölmek bir çiçek olup açıyorken omuzumda,

İşte ne bileyim.
Sözüm ona, söyleyin gelsin.

Ne çok kanın var demiş, sözü bana. Yeniden silmişim tomurcuklarını kanımın. Şimdi hiçbir şey istemiyorum okyanusun rengi kırmızıya
Döndüyse değmeyin keyfime. Dokunmayın bana. Tam unutmuşum hasretini yabani kuşların ağzından aldığım öpücüğümle ki,
Söylediler sözü bana. Ben gitmeyi unutmuşum gelmeyi sarıp karnıma. Yoruldum üç yüzyıldır koşuyorum ardına. Hangi birini söylesem şaşıyorum. Üç milyon cümleyi üst üste koyup ısırıyorum.
Güya hasatların ekimine yardım edecektim mayıs aylarında. Sözüm ona üzerimdeki telaşı silkeleyip yürüyecektim. Akşam olunca, hani şu meşhur atıma binip çok yakınlara gidecektim. Uzaklarda işim yok, biliyorum senin aklın da orada. Eşkıya olup yolumu kesecektin. İnip bir tüfeği alnına doğrulttuğum anda,
Aynı anda
Fakat farklı ayrıntılarla
Çiçeklenecektik. Bakacaktın kablolar hala koynumda. Bakacaktın ki kan tomurcukları serili dudaklarımda. Bakacaktın retinam buzlu bir okyanus hala.
Yol verecektin. Geç git ey yolcu diyerek,
Gidecektim belki elimdeki tüfeği yeniden giyerek.
Sözüm ona yazılacaktı alnımıza, ki ben seni ağzımla vurmadan ölmeyeceğim.
Bu yüzden affetmiyorum ki kan tomurcuklarım bilensin.
Çiçekler derdim yüzüne,
Sözüm ona, söyleyin de gelsin.

A RH Negatif

Işığı görüyorum ağzından. Sohbet koyu kırmızı.
İki ünite kadar açmışlar aramızı.
Ben sana a rh negatifimle sarılmayı tasavvur ediyorum.
Bazı koridorlar bana sinirleniyor. Bazı binalarda adımı bir kağıda yazıyorlar.
Beş harfli, farsi kökenli.
Anons sesleri volta atıyor, çekiç, örs, üzengi.
Hemoglobinlerin aşüfteliği* karıştırıyor midemi.
Trombositlerin avareliğinden içim çıkıyor. O faydalı serumları ben ağzımla içiyorum. Bak böyle dudaklarımdan. İçip içip aydınlığın kapısına dayanıyorum. Aydınlık senin ağzında. Gitme diyor açılıp kapanırken bana. Bunlar ne güzel yanılmalar!


Üç yüz on beş dakika sonra işte zurnanın ex dediği yerdeyiz. A rh negatif ellerimle seni sarıyorum. Bir mendil bulup alnıma deriyorsun. Çiçekli bir çarşafı üzerime geriyorsun. Ağzındaki aydınlık lamba gibi patlıyor. Yanımdaki kutuda mors alfabesiyle en sevdiğim türküyü çalıyorlar.
Bana başka kan grupları da vardı diyorsun.
Buramdan ölmeyi istemezdim.
Derlemelerime yüzünde yer verdim, boynun can vermişliğimin mesnevisi oluyor. Mesnevideki s harfini sevmiyorum.
A rh negatif harflerle bir şiire başlıyorum. Yutkundum odaya doğru diyorum,
Ne biçim geceyse, sabahı değil dünü doğurur. Korkmasan ne olur hacıcavcav!
Peşimi diyorum, bırakmazlar.


Mi amore, dudaklarımın morardığından bahset biraz.
Tırnaklarımla kök saldığım bacaklarımda nar çiçeğinden karıncalar. Damla damla ilerliyorlar a rh negatifimde.
Alnımdakini tazele hancı diyorum.
Bezi alıp vücut ısımı soğuk suyla yeniliyorsun. Buz gibi su bahşediliyor bana, ölürken mi böyle hissetmiş Adem, yaratılırken olabilir diyorsun. Yoo sen demiyorsun. Radyo açık. Üzerinde hamileler giremez yazıyor. Dilime bakıyorum henüz çok kanserojen değilim. Korkma şimdi tutunsam da yüzyıllarca yaşayacak değilim. Hepimiz ölüşü yaşıyoruz, anıların anılarında.
Hepimiz diyorum, biz derken neyi kastettiğimi anla.
Bir ofset baskı dükkanından tıkırtılar doluyor yüzüne. Bazen Gutenberg'sin, bazen Müteferrika.
Bazen ben ol, kendini neden bıraktığımı anla. Bana kızma diye methiyeler. Düşüp kalmasın cmyk yokuşunda. Bir savaşa yardım eder gibi taş plaketler. Hepsi kanser diyorum. Onları soluyorum birer birer. Matbaa mürekkeplerini içiyorum. Aydınlığı senin ağzında görüyorum. Solvent bazlı tükenmişlikler burnuma doluyor. Mors alfabesinde "git" manasına gelen kan damlalarını yüzümden alıyorum.
Hileyle hurdayla uğraşmağa vaktim kalmadan gidiyorum. A rh negatifimden öpüp et vedanı. Karakol Radyosu'nda üç yüz onbeş kez de çal salâmı. Üç yüz on beş farsi kökenli adımın nümerelojik mihrabıdır.
Vasiyetimdir, bu sevdiğim küpeler sende kalabilir.

Elim gidiyor alnıma, uyumuşsun sen.
Sesleniyorum hancı, hele şu göğsümdeki sancıyı kaldır.
Sancı içkilidir, ay düşünce uyanır. Morstan türkü susar ağır ağır. Uyumuşsun sen. Uyu.

Bu hazırlıklar sabahadır.
Işığı görecekler ağzımdan. Neremden gömecekler beni, bil bakalım?

-A rh negatifinden.


(* far.: Aşüfte kelimesi
Aşoften (اشفتن); karıştırmak fiilinden
Aşüfte (اشفته); karışık, karışmış)

Gecenin Evi

Ben bilmiyorum bu cümlelerin yanlışlığını. Yalnız devrikliğini biliyorum. Yalnız devrilen evleri, yalnız yürüyen sokak lambalarını, yalnız ağlayan kaldırımları biliyorum. İçinden geçtiğim sokakların yalnızlığını bana verin.
Müptela-yı Gam’a* sorun gecelerin ne kadar aydınlık kaldığını. Hiç bilmediğim otobüs seferleri. Hiç gitmediğim yerleri bana sormayın. Bacalardan tüten karbonmonoksiti saçlarında gezdirip, tutam tutam dökülen tuğla harçlarını içiyorum. Kendimi olmamalı oluşuma gömüyorum.
Şimdilerde betonarmeyim. Biri de şu internetin fişini çeksin. Yüzlerinizi görmeyi özlüyorum. Rüzgarı seçmeyi avuç avuç.
Yalnızlığımla yalnızız. Her akşamüzeri gecenin evindeyiz biz, gece evinde değil. Camları sıkıca kapatıp içimize dönüyoruz.
Üzgün müyüm?
Başımı sallıyorum; evet biraz. Biraz daha adım atıyorum, bana sormayın bu yürüdüğüm kaçıncı sokak. 45 Numara. Üçüncü kediyi sallıyorum, ellerimi cebimde tutarak. Kağıt toplayıcısına uzatıp elimdeki asma yapraklarını. Bilmiyorum bu büyüdüğüm kaçıncı Babil.

Bana sormayın ne kadar iyileştirici olduğunu sevmenin. Haddim olmayarak güldüm alay eder gibi. Bilmiyorum bu evimin karşısında dikilen kaçıncı inşaat. Bugün kalasları sökecekler içimdeki aydınlığa çekiçlerini vurarak. Susmayacaklar.
Biri de şu sokağın kablolarını yesin.
Ben de susmam o zaman. Bilmem yine de uzanmam bana sunulmuş nimetlere, uzana-mam.
Bilmiyorum nerede düşürdüm kafiyesini ellerimin. Çünkü sayamıyorum kaçıncı konteynır, kaçıncı plastik tabela, şimdi bir araba camından baksam yüzüme çizdiğim yıldıza; biliyorum o da kayacak. Beni umutsuz ilan etmeyin. Bir gram gülümseyiş görsem yemyeşil uzanırım kentin sahralarına. Edebiyat klişelerini ezerim, şair dediğin hep bahsetmemeli ayrılıktan.
Bana sormayın neden üzüntülere gark olduğunu şairliğin. Ve neden boyun büküklüğümü derk olduğunuzu kalbimin.
Bana sormayın, ben mutlu olunca da şiir yazabilirim. (Yazamaz bahse girerim!)
Bir evin bacasına bakıp şöyle derim: En azından denerim. Baca bana uzun uzun bakar ve hiçbir şey demezse, bana sormayın neden isle kaplı olduğunu ellerimin. Mimar Sinan’a sorun, o size söylesin. (Mimar Sinan’ı severim.)

Hem ben nereden bileyim en çok hangi otu sevdiğini keçilerin. Nereden bilebilirim en sevdiği kitabı herkesin. Cümleleri iyi yerlerinden devirebilmek bana iyi şair demeye yeter mi?
Şimdi kim bilir kaçıncı anjanbmanımın içindeyim. Üçüncü uykumun içindeyken bu geçeyi içeceğim. Darmaduman patlatıp ampulleri, ellerimle sıkacağım. Şimdi de üzgün değilim. Bilgin değilim, üzülmeyin.
Çıktığım son çukurun içinden gökyüzüne düşeceğim.
Kendimle barışabilsem, size küseceğim.


(*"Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir?
Müptela-yı gama sor kim geceler kaç saat."
"En uzun geceyi müneccim ve muvakkit ne bilir?
Gecelerin kaç saat olduğunu keder bağımlılarına sor.")
Fuzûlî

İstimrari

Bana bilenme feryat ederim, beni önemli bir yerlere koyma kendin içinde. Ben senin herkesliğinin içinde,
Hiç kimse değilim.
Bir kimse eğilir, eli belinde,
Anadolu Selçuklu'yla bu aralar limoniyim.
Ses ne olursun!
Aynada gördüğün dili,
Şirin bir bahçe makasıyla kes,
Ve kus yuttuğun kanın üç litresini. Göğsüme bir kuş tüyü iliştirdim.
Ahrazlığım gevezeliğimle ilintili. Çok konuşup hiçbir şey söylemiyorum, ben olmalıydım bu çağın Nasreddin'i.
İnanmıyorsan ölç demiş, aman ne komik!

Ben yakmak istiyorum tüm güzel şiirleri. Yüzüne bakamıyorum Çamlıbel'in. Güzel şairler toplaşıp bazı ülkülere inanıyorlar, mesela sevda gibi. Yakmak istiyorum inanabilmeyi. Paramparça edip kuşlara yem ederken kalbimi, atmak istiyorum birinin eline.
Mesela sevda gibi. Ölmüyorum ama emin de değilim.
Aa diyorum, bu gökkuşağının burada işi ne? Çekip sapanıma geriyorum onu, ve "taşlıyorum" birilerini durduk yere.
Bu işi Nâbî'ye bırakalım yine de.
Yakmayı isterdim Nâbî'yi de ama cebimden bir kağıt çıkarıp etrafıma tutuyorum.
Demesinler bir şiir okumuş ve ölmüşüz;
"Biz neşâtın da gâmın da rûzgârın görmüşüz."
Ses artık ne olursun.
Ne olursun bu şiirimsiler deliliğin içinde!
Ben doksan yedi senesinin baş belası olarak doğmuşum bozkırın birinde.
Gördüm seni başınla onayladın, yakmak istiyorum seni de bu şiirlerle.
Öfke yorucudur çiçeğim. Oysa sevmek bizi dinlendirir, tutunacaksan buna tutun ülkü diye.
Bu aralar sevmekle biraz limoniyim.
Diğer aralarda da iyi değilim, nane limon iyi gelir.
Aramice bilen eleman aranıyor, yol + yemek isterim. Yol uzun, son yemeğin tarifini Da Vinci yazıversin, o çok bildiği Sfumato tekniğiyle!
Da Vinci'ye de bilendim.
Son işimden mi?
Son işimden şiir yazabilmek için istifa ettim.
Bu yayını kurtlara, kuşlara ve dağlara hediye ettim. Altyapı sağlam değil, henüz hiçbir şehre ulaşamadı sesim.
Ninova dahil değil.

Dilerseniz sohbetimize Aramice devam edelim.


*İstimrâri: Şimdiki zaman