16 Mayıs 2021 Pazar

Katyuşa

Üç adım tökezledim. Düşünce göğe doğru düşüyorum. Gök ne uzun iyice bilerek! Ulaşamıyoruz, üşüyorum.

Yüzü yüzümün çolpanı olmalı. Sesi aklımdan siliniyor giderek. Omzunda tüfeği bir çelenk gibi asılı. Göğsünde milyonlarca yıldızı evrenin. Yüzü yüzümün çolpanı olmalı. Dili süt yanığı bebek. Bu dağları devirdik, bu yolları yıkıyoruz giderek. Üçüncü kez öldürülmüşüz bugün. Kafamızda sekiz tank, umudumuz tükenmiş gibi kalbimizde. Yani içimiz tam bir memleket. Beni sevmiyor diyerek on üç adımda kenti geziyorum. Beni sevmiyor diyorum, beni sevmeyişini severek. Yüzü yüzümün çolpanı olmalı.

Kaskatı bulutlarla başımın taşları yarılıyor. Bozkırları sevmiyorum, bitki örtülerini üzerime çekerek, yüz yıllık yorgunluğuma sarınıyorum. Hezarfen omzuma yük oluyor. Bu kez ölemem diyorum bundan önceki kırk öyküyü bilerek. Kırk öyküye ikindi yağmurları serpiştiriyor benim kalbim. Eziliyorum ıslanırken. Şekerden kalpleri erirken görüyorum. Görüyorum, ölüyorlar giderek. Şimdi bu ahvale de memleket demeyi istiyor dilim. Belki diyebilirim, güvercinimden af dileyerek. Suratımda boncuklar sayıyor abaküslerden ırak. Yüzü yüzümün çolpanı olmalı. Nebulaları bir baltayla kırarak, fiilimsiler çıkarıyorum içlerinden. Ben yalan ummam. Ben kinayeden durulmuşum, dağın göğsüne yorulmuşum. Onun göğsünde sakınamadığım kırağılar ve katyuşalardan. Korku ve kibirden başka ne'm var. Eksi beşte yanıyorum, onu çok arıyorum, onu çok arıyorum. Küllerim burada kalmalı. Sebepsiz bir sebep. Yüzü yüzümün çolpanı olmalı. Alzheimer'ım var diyebilirim, böylece cümle tekrarlarım size daha sempatik gelecek.

Onu çok arıyorum.

Onu en çok aradığım yerinden tutarak ayağa kalkıyorum. Çehresini göremiyorum, elimle üzerindeki yıldızları bir kenara iterek, göz göze geliyorum onunla. Emin olamıyorsam da biliyorum; bu herhangi bir antik dilde "evrenin sonuna hoş geldin" demek.

Hoş buluyorum, yüzü yüzümün çolpanı oluyor, ölüyor giderek. Zamanın yirmi dört kolu radyoda. Benim kollarım vücudumda, onun kolları katyuşayı sarıyor. Benim kollarım parçalanacak bırakırsam. Bir fırsat bulup katyuşayı öpüyorum. Katyuşa, sıcacık elini alnımdan içeri sokuyor. Zamanı parça parça iterek aklıma, ilerliyor. Hedefi arkamdaki duvar. Ve boylu boyunca filizleniyor alyuvarlarımın çiçekleri. Biraz bera-yi men oluyor duvar. Yalan ummam, yüzünde ölüyor çolpan.

Köktürkçeyi unutmam da bundan. Onu çok arıyorsam da üstüme vazife olmuyor bulmak. Onu çok arıyorsam çolpan, dağlar ve zamanda olan ne varsa onda da var olduğundan.

Bitmiyor kavgam.
Bitmiyor kavgam.
Bitmiyor kavgam.

On İki Havari ve Reklam Arası

Geçen gece yanılmıştım, anımsadım. Güneşi doğurmuştu camın asitli suyu.
Fakat yine ümit dolu olamadım.

Geçen gece yine ısınmıştım. Ümitli biri olup ardımda bıraktığım tüm gaddarlara bir tebessüm izi mavisi. Yüzüm gülüyor. Çünkü ben güzel gülüyormuşum. Bunu bana bir cenazede söylemişlerdi. Üzerime bir buçuk kürek umudu döküşlerinden anımsadım. Geçen gece yine on iki yalana inanmayı seçtim. On iki havarim için ikna oldum ispiyonculuğa. Biri var dedim kendim için. İçi neşeyle dolu. Dünyevi dedim her şey. Her şeyin yalancılığından da geçtim, yemin edebilirim. Kandırılmaya büktüm bu boynu. Ki bileklerim ince, boynum da biraz kuğu boynu. Hani bu kuğu seni gördüğünde içiyorsa umudu. Ben kabullendim dedim içince. Çünkü böyle oluyormuş sevince.


Ümit dolu oluş yolundan sapınca paragrafı aşağı indim. Biz kazanacağız demiştim bir akşamın körü. Ağlıyordum çünkü güzel ağlıyorum ben. Bunu bir tavşanın koynu yüzüme değince duydum.
Kızdılar el sallayıp alnıma. Neden böyle mutsuz. İllallahı oldum. Yaka silkişi tayfunların.
Efendime söyleyeyim, kıskaçları var. Zehirleri var, yemin edebilirim. Ki depresanı beş yıl önce kestim. Yani her şey biraz daha gerçek benim için. Bunu mahsunluğa güvendiğimden söylemedim. İçi boş bir karamsarlık hava cıva. Ama yanılmayın, kaburgam ümidi doğurur. Bunu beş buçuk yaşında bir çocuktan öğrendim. Ahmet Abi'ye dönüp biz kazanacağız dedim. Sağlam ağlıyormuşum, bunu o günün ardından öğrendim.

125 gram kuşe kağıt elmacık kemiği kesti. Kokluyorken boş bulunup açıklamama izin ver, burada kağıt kokusu romantizmi yapmıyorum. Baskı yapılmış kuşe solventi, inan, kanserden hallice solunur.
125 gram, diyorum. Yüzümü kesti. Parmaklarımda on iki havari gibi yara bantları sarılı. On iki yalana inanışımın parmaklarımla bir bağı olmalı; anımsadım. Elimi tuttuğunda dinliyorken tüm o yalanı. Yalan olduğunu bile bile inanıyorum diyorum. İşte umut denen şey, güneşli gibi yapıyor akşamı. Ben çok güzel inanırım yalancıktan yapılmışa. Bunu kendi kendime anladım. Ahmet Abi bilgisayarını toplarken ona biz kazanacağız diyorum. Solventi çekip genzime, umudu kokluyorum. Gözüm kağıdı ıslatıyor, kağıt yüzümü parçalıyor. Göğsümde neşe ve aydınlık. Gecenin köründe bile.


On iki kişi olduğum gibi. Yine yanılmışım geçen gece. Depresanı bıraktım. Ki böylece yazı yazmak beni o karanlık kucaklardan daha çok sakınsın. Arıtsın istedim. Neden depresifsin diye sordu on iki havari birden. Efendime söyleyeyim, korkuyorum. Korkuyorum on iki milyon ihtimalin her birinden. İstiyorum ki sığındığım liman olsun kalemim. Gemim, mürettabatım, ümidim. Haydi sevgilim tam yol ileri! Bekle beni.
Uzun yoldan dönüşünü kutlayalım çünkü *farda to miayi!


Radyoda umudun türküsünü dindirip, ben kendimi kurtaracağım diyorum.
Çünkü ben güzel de şarkı söylerim. Bunu da bizzat deneyimledim. Bilini.
Yüzümdeki kesiği, koynumdaki yalan.
Kesip zımparalı on iki havarinin dilini.
Duyun sesimi.
Biz kazanacağız Ahmet Abi!


(*فردا تو می آیی
Yarın sen geliyorsun.)